34,5406$% 0.22
36,4366€% 0.22
43,7612£% 0.3
2.959,05%0,82
5.064,00%0,10
3363037฿%4.57566
03 Mart 2021 Çarşamba
‘’DÜNDEN SONRA ; YARINDAN ÖNCE’’
Vatandaşlarımıza sokakta bir mikrofon tutup sorsanız “Ukrayna’da neler oluyor?” diye ne yanıt verebileceklerini bilemezler. Sokaktaki vatandaşlarımız bir yana, olaylarla ilgilenenlerin bile ne olup bittiğini tam olarak anladıklarını söylemek çok zor. Putin’in Rus askerlerini Ukrayna’ya gönderdiğini; ABD, NATO ve Batı’nın (bu arada Türkiye’nin de) buna karşı çıktığını; işin Ukrayna’nın, Rusya tarafından tümüyle işgaline kadar varmayacağının umulduğunu; böyle bir olasılığın gerçekleşmesinin, ABD ve Batı’nın, Rusya’ya karşı uygulayacaklarını açıkladıkları ekonomik önlemlerle de sınırlı kalmayarak 3. Dünya savaşının fitilini ateşleyeceğini söylüyorlar genellikle. Aslında, ortada Moskova’nın askeri işgali söz konusu değil; sadece Putin Rusya’nın manevralarıyla, etnik kimlik politikası sonunda bağımsızlıklarını ilan eden Donetsk ve Luhansk Halk Cumhuriyetlerini tanıdığını ilan etti.
Eğer Rusya tarafından tanınan bu iki devletçik Moskova’dan yardım isterlerse Kremlin orada işgalci olarak değil, çağrıldığı için bulunuyor olacak.
Bu durumda dahi Rusya’nın Ukrayna’nın tamamını işgal etmesi beklenmiyor.
***
Ukrayna’nın devlet olarak varlığı ve krizin gerçek nedenlerini irdelemek ise sütunun boyunu aşar.
Özetlemek gerekirse olay, Rusya’yı NATO ile kıstırmak isteyen ABD ile Rusya arasında yeni Dünya oluşumundaki çekişme.
Aslında kavga, Rusya – NATO kavgası. Ama her ne kadar Türkiye bir NATO ülkesi olsa da Türkiye’nin kavgası değil.
Kavga Türkiye’nin kavgası değil ama ABD ve NATO’nun baskısıyla Ankara bu çatışmanın bir parçası haline getirilmek isteniyor.
İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerinde Türkiye’nin haklarının tapusu olan 1936 Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerin lehine düzenlemeleri başlangıçtan beri, her yerde, kısıtlamasız tam seyrüsefer serbestliği dış politikasının temel taşı olan ABD’yi rahatsız etmekteydi. Son dönemlerde, Rusya’yı Karadeniz’den de ablukaya almayı kuran ABD, 1936 Antlaşması’nın koşullarının esnetilmesi ve kıyıdaş ülkelerin avantajlı konumlarının değiştirilmesi için, her vesileyle baskı yapmaktaydı.
Ukrayna’daki gelişmelerin yol açtığı durum, ABD’nin bu yöndeki girişimlerine elverişli bir ortam yaratmaktadır.
Türkiye’deki dış politika temsilcilerinin bu ciddi tehlike karşısında, uyanık olması ve ABD’nin çökmekte olan hegemonyasını elden geldiğince yaşatmak için yapılan baskılara direnebileceğini düşünmek iyimserlikten de öte bir saflık olur. Montreux’nün öneminin altını çizen bir metne imza attığı için hapse düşen emekli amiraller, Dış politika temsilcilerinin Boğazlar Sözleşmesi konusunda ne düşündüğünü de açıkça ortaya seriyor.
Kaldı ki Montreux konusundaki görüşü ne olursa olsun muhtacı himmet, dizginleri tamamen elden kaçırmış dış politika temsilcilerinin dış mihraklara karşı direnme gücü yoktur.
Ayrıca Dünya’da olup biteni İhvan gözlüğüyle izlediği için neyi ne ölçüde ve nasıl algıladığı son derecede kuşku götüren dış politika temsicilerinin 20 yılda Türkiye’yi tarihinin en muhtaç, en yoksul, en kokuşmuş, en yolsuz, en şaşkın, en yalnız dönemine götüren politikasıyla yapacağı değerlendirmeler ve vereceği kararların sağlıklılığına güven duymak da son derecede güçtür.
Dünya sürekli bir dönüşüm halinde; eskiden konjonktür, sadık bekçi politikasının bir süre ve bir ölçüye kadar sürdürebilmesini mümkün kılıyordu. Şimdi, acımasız Dünya politika arenasının oyun kurucularının kullandıktan sonra buruşturup attıklarının sahnede kalma süreleri daha kısa olmaya başladı. Bunun en güzel örneği de Rusya’yı kuşatma politikaları için Ukrayna’yı kullanıp sonra da bir yana atan, Ukrayna için savaşamayacaklarını, riske giremeyeceklerini açıklayan ABD ve AB’nin tutumlarıdır.
Ukrayna olaylarında, bir zamanlar NATO ve AB ile entegre olacaklarını sanarak maceraya dalan, sonra da buruşturulup bir kenara atılanlar, en çarpıcı “aldatılmış ve terk edilmiş” örnekleridir.
ADEM YILMAZSOY